İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, İnsan Hakları Tazminat Komisyonu

Bu yazının içeriği ; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin oluşum aşaması ve içeriği, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin hüküm ve esasları vardır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargısal denetimi ve Türkiye iç hukukundaki yeri, İnsan Hakları Tazminat Komisyonu amacı, iş ve işleyişi hakkında bilgilendirme.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra maddi manevi ağır zarara uğrayan devletler; bireylere tanınan hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması ve her bir devletçe korunması konusunda mutabık oldu. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin ortaya çıkışının en önemli sebebi, uygarlıkları yok edebilecek savaşların artık yaşanmamasını sağlamaktı. Belirtilen amaç etrafında bir araya gelen devletlerin oluşturduğu Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca, 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ilan edildi. Bu bildirinin diğer yazılı belgelerden ayrılan en dikkat çekici yönü, taraf devletler için bir bağlayıcılığı olmamasına rağmen, dünya gündeminde insan hakları nosyonunun kalıcı olarak yer almasını sağlamasıdır.

Dünya tarihinin şimdiye kadar görülen en vahşi savaşlarından biri olan, insanlık mefhumunun yok sayılarak türlü katliamlara sebebiyet verilen ve bittiğinde 60 ila 65 milyon insan zayiatının ortaya çıktığı 2.Dünya Savaşı’ndan yaklaşık 3 yıl sonra gündeme gelen bu bildirgenin, 30 maddeden oluşmasına rağmen etkisi tüm dünyada hissedilmiştir. Öyle ki, dünya kamuoyunda bireyin doğuştan sahip olduğu varsayılan temel hak ve hürriyetler önem kazanmış, bu hakların vazgeçilemez ve devredilemez olmakla beraber evrensel düzlemde koruma altına alınması haklılığını ispat etmiştir.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Türkiye tarafından da kabul görmüş ve 27 Mayıs 1949 tarihinde resmi gazetede yayımlanarak, temel hak ve hürriyetler hususunda hukuken üstünlük sağlamıştır. Bu beyanname ile dil, din, ırk ve cinsiyet gözetilmeksizin bütün insanların temel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması, saygın bir varlık olan insana, insanca bir yaşam sunulması amaçlanmıştır.

Avrupa Konseyi, bildiride yer alan hakların işlerliğini sürekli hale getirmek, bu hakların esas mahiyetinin diğer devletlere de sirayet etmesini sağlamak amacıyla, 4 Kasım 1950 tarihinde, bugünkü modern hukuk metodolojisinin temellerinin atıldığı Roma’da, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalamıştır. Türkiye hali hazırda bu sözleşmeye taraf ülkelerden biridir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ülkeler için Bağlayıcı Mı?

Sözleşmenin 46.maddesinde, Sözleşmenin taraf devletler için bağlayıcılığı hüküm altına alınmıştır.  Akit devletlerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı hareket etmesi halinde bu ihlali tespit edecek olan, yine Avrupa Konseyi nezdinde kurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesidir. Şu anda Fransa’nın Strazburg şehrinde bulunan AİHM,  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleriyle güvence altına alınmış olan temel hak ve hürriyetlerin ihlal edilmesi halinde; bireyin, tüzel kişilerin, hatta diğer devletlerin, akit devletlerce takdir edilen usule uygun olarak başvurabileceği bir yargı merciidir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları her ne kadar yerel hukukun kararlarını kaldırmasa da; tespit ve tavsiyelerinin uygulanması akit devletler için bir mecburiyettir. İncelenen dosyalar kapsamında verilen kararların, akit devletlerce yerine getirilip getirilmediği Bakanlar Komitesinin yaptığı toplantılarda denetlenir. Velev ki sözleşme maddeleri akit devlet tarafından ihlal edilmiş ve konu AİHM’e taşınmış olsun;  söz konusu ihlalin telafisi mümkün ise devlet mevcut ihlalin eski hale iadesini sağlamakla yükümlüdür.

Elbette her durum ve olayda eski hale iade hükümlerinin uygulanması imkân dâhilinde olmayabilir, bu gibi durumlarda sözleşmenin 41.maddesi gereği ihlal keyfiyetinde bulunan devletin, AİHM’in takdir edeceği tazminatı ödemekten başka bir alternatif yolu kalmaz. Şayet ihlal yerel hukukta yer alan bir kanundan kaynaklanıyorsa, başka bir deyişle iç hukuktaki bir kanun maddesi sözleşme hükümlerine aykırılık teşkil ediyorsa ve AİHM tarafından da bu aykırılık tespit edilmişse, akit devlet ihtiva ettiği kanunu, ihlali ortadan kaldıracak şekilde yorumlamalıdır. Bu da mümkün değilse kanunun değişikliği gündeme gelmelidir. Misal son dönemde CMUK’daki gözaltı sürelerine ilişkin yapılan değişikliğin sebebi AİHM ihlalleridir.

AİHM’in bu konudaki içtihatları ve Türkiye aleyhine verilen ihlal kararları, gözaltı sürelerinde değişikliğe gidilmesine neden olmuştur. Bir başka örnek, Incal / Türkiye Davası’nda, md.6 adil yargılanma hakkının ihlaline karar verilmiştir. Bu karar ışığında Anayasanın 143.maddesi değiştirilmiş, görev yapan askeri hâkim ve savcıların görevlerine son verilmiştir. Bu örneklerin sayısı arttırılabilir olmakla beraber, Mahkemenin tespit ettiği ihlallerin akit devletlerce telafi edilmesinin ya da ortadan kaldırılmasının Sözleşme gereği bir yükümlülük olduğu görülmelidir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Başvuru Şartları

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, önüne gelen bir uyuşmazlıkta yapacağı ilk inceleme kabul edilebilirlik açısındandır. Nitekim Mahkeme insan haklarının ihlali iddiası ile karşısına gelen bir uyuşmazlıkta öncelikle söz konusu başvuranın, yerel hukukta, iç hukuk yollarını tüketip tüketmediğine dikkat eder. Başvuranın insan hakları ihlalini AİHM’e taşıyabilmesi için, Mahkemenin ön gördüğü koşulları sağlaması gerekir. Bunlardan ilki başvuranın, kendi ülkesinde iç hukuk yollarını tüketmiş olmasıdır. Bu şart kabul edilebilirlik açısından incelenir ve eğer iç hukuk yolları tüketilmemişse, başvurunun reddi kaçınılmazdır.

Türkiye’de AİHM Yargı Denetimi

 AİHM yargı denetimini kabul etmiş olan ülkemizde de, başvuru için iç hukuk yollarının tüketilmiş olması gerekmektedir. Yapılan yargılama neticesinde Sözleşme ’ye aykırı bir hüküm verildiği düşünülüyorsa ya da Sözleşme’nin ihlali nedeniyle açılmış bir dava mevcutsa, kural olarak ilk derece mahkemesinin yargısal denetiminden geçmeli, süresi içerisinde istinaf ve eğer başvuru için uygunsa temyiz yoluna müracaat edilmeli, son olarak da Anayasa Mahkemesine başvuru yolunun tüketilmesi gerekmektedir.

Anayasa Mahkemesi bu sıralamanın son aşamasını oluşturur. 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliğinin ardından Anayasa Mahkemesi´ne bireysel başvurunun yapılabilmesi imkân kazanmıştır. Yürürlüğe giriş tarihi 23 Eylül 2012 tarihi olan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu, iç hukuk yollarının tüketilmesinde bel kemiği haline gelmiştir. Bu sayede insan hakları ihlallerine yönelik hukuksal denetim imkânları güçlendirilmiş ve birey için ulaşılabilir kılınmıştır.

İnsan Hakları Tazminat Komisyonu

Türkiye aleyhine başvurusu yapılan, 20 Mart 2012 tarihli Ümmühan KAPLAN-Türkiye (24240/07) davasında, AİHM; hâlihazırda kendi önünde yargılamasına devam olunan ve Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının tanındığı 23 Eylül 2012 tarihinden önce kaydedilmiş olan makul sürede yargılama şikâyetine dair başvurular hakkında, Türkiye’de yeterli ve uygun tazmin imkânı sağlayan etkili bir iç hukuk yolunun ihdas edilmesi gerekliliğine karar vermiştir.

Bu amaç dâhilinde 2013 yılında, Adalet Bakanlığı bünyesinde İnsan Hakları Tazminat Komisyonu kurulmuş olup, iç hukuk yollarının tüketilmesinde yeni bir evre oluşturulmuştur. Tazminat Komisyonun başlıca gayesi,  Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunun tanınmasından önce, bireyin makul sürede yargılanmama sebebiyle yapılan şikâyet başvurularının tatmin edici bir tazminat ile telafi edilmesinin teminidir.

İnsan Hakları Tazminat Komisyonun kuruluş amacı açıkça, Anayasa Mahkemesinin 06.06.2013 tarihli kararında vurgulandığı gibi; “6384 sayılı Kanunla, AİHM’ in “Ümmühan Kaplan/Türkiye” kararının gereğinin yerine getirilebilmesi, kurulacak komisyon aracılığıyla makul sürede sonuçlandırılamayan soruşturma ve yargılamalardan dolayı AİHM’ e yapılmış başvuruların tazminat ödenmek suretiyle en kısa zamanda çözüme kavuşturulması ve bu suretle AİHM tarafından ülkemiz aleyhine verilebilecek ihlal sayılarının da azaltılmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır.” 

6384 sayılı Kanun gereğince İnsan Hakları Tazminat Komisyonunun vereceği kararların “kesin hüküm” niteliğini taşımadığı, yargısal bir statüsünün olmadığı, başvuruları inceleme süreci ve uygulayacağı usulün idari nitelikte olduğu, vereceği kararların da idari yargı denetimine tabi olduğu anlaşılmaktadır.

Türkiyede İnsan Hakları

İnsan Hakları Tazminat Komisyonun yargısal faaliyet yürüten bir makam veya merci olmayıp, Adalet Bakanlığı bünyesinde kurulan ve sekretaryasını Bakanlığın yürüttüğü bir idari kurul olduğu, Adalet Bakanı ve Maliye Bakanı tarafından atanacak kişilerden oluştuğu ve bu kapsamda hukuk devleti ve adil yargılanma ilkesine aykırılık teşkil etmediği sabittir.

            7145 sayılı Kanunla kabul edilerek yürürlüğe girmiş olan Geçici 2. maddesine göre; 6384 sayılı Kanunun 2. maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri kapsamında olan “Anayasa Mahkemesinde derdest olan bireysel başvurular, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Komisyon tarafından” incelenecektir. Karara karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebilecektir. İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna başvurunun, iç hukuk yollarından biri haline gelmesiyle beraber AİHM nezdinde tüketilmesi gereken bir yol olarak tanınmaktadır.

10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi kapsamındaki düzenlenen temel hak ve özgürlükler, bugün Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gereğince koruma altına alınmıştır.

Sözleşme hükümlerinin, taraf devletler için bağlayıcı olmasının yanında AİHM tarafından yapılan tespit ve verilen kararların iç hukuka entegre edilme zarureti hasıl olmuştur.

Türkiye aleyhine yapılan başvuru neticesinde; Mahkemenin tavsiye niteliğinde komisyon kurulması talebi dikkate alınarak 2013 yılında, İnsan Hakları Tazminat Komisyonu kurulmuş ve böylelikle iç hukuk yollarına bir yenisi eklenmiştir.

İnsanların doğuştan sahip olduğu hakların; vazgeçilemez, devredilemez ve dokunulmaz olduğu iddiası, üç yüz yılı aşkın bir süre içinde insanlığın değer ve mânâ dünyasında kendine bir yer almakla beraber önemini de ispat etmiştir. İnsanların sırf insan olmaktan kaynaklanan haklara sahip olmaları, uygulamada uluslararası zeminde de kabul görmüş ve ortak bir alanda büyük ölçüde tanınması bakımından evrenselliği yakalamıştır.

Av. Betül POLAT

tr_TRTurkish